Sunday, December 09, 2007

Fenerbahçe 2 - Galatasaray 0 (08 Aralık 2007)


Nefis bir stad, nefis bir akşam ve nefis bir maçtı..

Daha 5. dakika, kaleye 2 tane şut çekilmiş, Alex'in havadan pası Semih koşuyor, sol çaprazdan Orkun'la karşı karşıya pozisyonda ayağının içi ile Orkun'un bacaklarının arasından topu filelere gönderiyor.. 1-0...

Sonrasında ister taktik deyin, ister oyunun gereği deyin, Fenerbahçe topu geride karşılamaya başlıyor ama yine de Galatasaray en fazla ceza sahası önüne gelebiliyor... Oradan da kaleci alıştıran şutlar... Yani akşam maçı izlemeye başlarken korktuğum Galatasaray'dan iz yok, hatta geçen hafta Denizli bile daha etkili oynamıştı :). Bir pozisyonda Sabri, Semih'i biçiyor, hakem oyunu sakinleştirmek adına herhangi bir kart göstermiyor.. Ama Uğur Boral, haklı olduğu bir pozisyona üstelik Sabri ile girdiği, itiraz ediyor faul verilmediği için, hakem hemen orada Sarı Kart... Neyse, ilk yarı Carlos'un bir şutu (35 metreden 95 km/h hızla), Alex'in ceza sahası karambolünde vurmaya çalışması ve Nonda'nın yine kaleci alıştırır gibi bir topa dokunması, ki bu pozisyonda Uğur'un ikinci yarı çıkacağını gösteriyor...


İkinci yarı başlıyor, Galatasaray sezonun geri kalanında yaptığı gibi ilk yarı hatalarının telafisini ikinci yarı yapacak diye bekliyorum.. Çünkü izlediğim tüm maçlarda Galatasaray ilk yarı 1-2 gol yer, sonra onları çıkartmak için tüm ikinci yarı canı çıkarcasına saldırırdı... Ama yok, herhangi bir hareketlenme göremiyorum... Bunun yerine Volkan Yaman'ın Semih'i indirdiği pozisyonda bir serbest vuruş, Carlos direk kaleye vuruyor, defansa çarpan top David'in önünde, ve David nefis bir plase ile Orkun'a "yere yatmana gerek yok, nasıl olsa gol olacak" dercesine bir gol atıyor... Fakat işin güzelliği Fenerbahçe'li futbolcuların "Yengeçvari" gol sevinci, görmeniz lazımdı...

Sonrasında ne mi oldu? Galatasaray'ın ataklarını beklerken en az 7 tane gol pozisyonu yakaladı Fenerbahçe ve bunları atsa 6 Kasım hezimetinden sonra 8 Aralık faciası olacaktı..77. dakikada David'in kırmızı kart görmesi, Fenerbahçe'nin skorda nihayet kılmasına sebep oldu ve maç 2-0 bitti...

Monday, November 05, 2007

Duvar ünitesi

Ben evlendiğimde alınacak mobilya listesinde Yatak Odası Takımı, Oturma Grubu ve Yemek Odası Takımı vardı, bunları üçü olmazsa olmazdı, ve zaten bunlardan başka birşey yoktu, ve hatta Yemek Odası Takımı içerisinde bir parça, Televizyon altlığı olarak kullanılabilme özelliğine sahipti.. Bu ben evlendiğimde böyleydi...

Sonra ne oldu, sonra Plasma ve ardından LCD televizyonlar çıktı.. Bunlar ince ve duvara monte edilebilir bir yapıya sahiptiler.. Eee böyle bir özelliği olunca da duvara monte edilmeliydiler.. Nitekim edildiler de... Daha sonra bunun etrafının boş kaldığı farkedildi ve hayatımıza yeni bir mobilya grubu çıktı. Duvar Ünitesi, içerisinde Rafların, küçük dolapların ve gerekirse üzerinde durabilsin diye küçük bir masanın bulunduğu bir mobilya grubu idi... O kadar ucuzda değildi, en az 1500 YTL, dolayısıyla yeni evlenen arkadaşlar, artık, yukarıda saydığım grupların yanında bir de Duvar Ünitesi var.. Oturma Grubu'nu erkek tarafı alır, Yatak Odasını kız tarafı, eee artık Duvar Ünitesi'ni kimin alacağına da karar veririz zamanla...

Monday, September 24, 2007

Kaderine razı olmak...

Matt Asay'i okumaya bayılıyorum, adam her konuda yazabiliyor. En son yazısında bir adamın yaptırdığı bir çiti beğenmediği için şirkete karşı şu şekilde bir websitesi hazırladığından bahsediyor. Siteyi biraz incelediğimizde, özellikle aşağı doğru indiğimizde, birçok resim görüyoruz. Bu resimler, adamın şikayetini anlatıyor... Çok ağır bir şekilde şirketi suçluyor. Bununla da yetinmiyor, sitesine koyduğu takip araçları ile şirketin, kendi sayfasına girdiğini buluyor ve bunu da yazıyor. Yani, adam tek başına bir şirkete kafa tutuyor.

Peki neden?

Sadece istediği çit sisteminin doğru düzgün yapılmadığı için.

Peki biz ne yapıyoruz?

Çoğu zaman para verdiğimiz ürünlerde dahi, "neyse" diyoruz. Ya da "bu defalık bu şekilde olsun" diyoruz.

Doğru mu bu?

Kesinlikle hayır, parasını verdiğimiz bir ürünün muhakkak ki mükemmel olması lazım. Ama sınırları içerisinde yaşadığımız ülkede herşeyin ucuzuna alıştığımız için, ürünü satan kişi ne verirse kabul etme gibi kaderci bir yapıya büründük...

Sanırım natural eleksiyon bu olsa gerek...

Monday, January 08, 2007

Duneya...

Bu kış hala Ocak ayının ortasında olmamıza rağmen ne kar gördük, ne de haftalarca devam eden yağmur... İnsanlar bir yandan tedirgin olurken, bir yandan da seviniyor... Ne de olsa herkes yazları sever, ya da hemen hemen herkes... Neyse, bu sıcaklığın sebebi, ya da yağmur ve karın olmamasının sebebi olarak herkesin ilk işaret ettiği nokta Küresel Isınma... Kutupların soğumaması, soğuk havanın gelememesi falan... Buradan çıkarak, şu sonuca varabiliriz... Su, insanoğlunun yaşam kaynağı olan su, çok yakın bir zamanda en çok ihtiyaç duyulan madde haline gelecek... Bir zamanlar oraya buraya har vurup harman savurduğumuz su, gerçekten değerli hale gelecek... Tabii şu anda büyükşehirlerde zaten önemli ama, düşünsenize hayati bir öneme sahip, herkesin satın alamadığı bir madde olduğunu... Evet, bahsetmek istediğim konuya yavaş yavaş giriş yapayım... Su aslında heryerde, apartmanların içinde, geceleri yataklarda, asansörlerde, arabalarda, çocuk parklarında, sinemalarda, heryerde... Yani insanoğlunun olduğu heryerde... Evet insanoğlunun kendisi... Yani insanın 3/4'ünün su olduğunu düşünürsek, ortalama 80 kilo olan bir insanın 60 kilosu sudur... Vay, kendimi Şahan gibi hissettim... Dolayısıyla ölen bir insanı direk toprağa defnedersek, yaklaşık 40 kilo suyu heba etmiş olacağız... Sakın beni psikopat olarak değerlendirmeyin, ve okumaya devam edin... Ölen insanların suları bir şekilde damıtma cihazlarından geçirilerek, yeniden insanlığa sunulur... Peki ya, vücudumuzdaki suyun devinimini nasıl sağlayacağız, düşünsenize, terlemek, tükürmek insanın vücudundaki suyu dışarı atması demek... Bunu da çıplak tene giyilen özel kıyafetlerle sağlayabiliriz.. Bu kıyafetler, insan vücuduna yapışarak terleme ile atılan suları toplayacak, damıtacak ve geri dönüşüm olarak bir boru yardımı ile insana geri verecek... Bu giysinin adı da Damıtıcı Kıyafet olsun... Bir çağrışım yaptı mı? Ölülerin suyunu toplamak, damıtıcı giysiler... Evet Frank Herbert'in 1965'te yazdığı Dune kitabında bunlar anlatılıyordu... Suya ve doğaya olan ihtiyaç... Yıl 2007 ve aradan 42 sene geçmiş, ve bana bir Dune hayranı olan bana, şu andaki iklim koşulları Dune'u hatırlattı... Arrakis, kumul, çöl gezeni...